Çevresel Sürdürülebilirlikte Güncel Araştırmalar Dergisi’nin 4. sayısında Laherrère ve arkadaşları tarafından yayınlanmış kapsamlı bir araştırma, herkesin erişimine açık ve petrol ne zaman bitecek konusunda farklı görüşleri bir araya koyan faydalı bir okuma...
Çevresel Sürdürülebilirlikte Güncel Araştırmalar Dergisi’nin 4. sayısında Laherrère ve arkadaşları tarafından yayınlanmış kapsamlı bir araştırma, herkesin erişimine açık ve petrol ne zaman bitecek konusunda farklı görüşleri bir araya koyan faydalı bir okuma. Genelde sansasyonel gazetecilik kaynakları petrolün 20-30 yıllık ömrü kaldığını yazar ama, ‘hiç mi yok’ diye güzel bir Türk kalıbıyla sorarsak konu değişiyor: 2040 yılına kadar aynen devam, sonrası yokuş aşağı. Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiirinden uyarlarsak yaş otuz beş! Yolun yarısı eder… Delikanlı çağımızdaki petrol, yalvarmak, yakarmak nafile bugün. Gözünün yaşına bakmadan gider. Yalandır kaygısız olduğum yalan. N’eylersin tükenmek herkesin başında, kim bilir nerede, nasıl, kaç yaşında?
Keşfinden bugüne kadar ispatlanmış petrol rezervlerinin tamamının yarısını, son 30 yılda tükettik. Nüfus sürekli artıyor ve eskiden mum ışığında oturan, atla veya deveyle gezen insanlar artık normal sayılmıyor. 2040 yılına kadar arz-talep dengesi bir şekilde sağlanabilecek gibi gözükse de sonrası için artık iyice ihtiyarlaşmaya başlayan, üretebildiği her varil daha kıymetli olacak bir petrol piyasası kaçınılmaz. Bir gün gelecek ve petrol tamamen kuruyacak, sonunu düşünmeden hunharca suyu çekilen yüzlerce göl gibi sadece maziye gömülecek, tüm kendisini sonsuz sananlar gibi… Eskiden gemilerde kömür yakılırdı, buharlı trenler vardı cümlesi nasıl Z kuşağı için pek bir şey ifade etmiyorsa ilerideki bir X kuşağı için de eskiden petrol diye bir şey vardı enerjinin çoğu ondan sağlanıyordu demek bir şey ifade etmeyecek. Bu kadarını bilmek kolay ama artan enerji talebini ne karşılayacak orası tam olarak belirsiz.
1800’lerden beri çıkan ve devam eden savaşların çoğu enerji kaynaklı
Petrole bağımlılık o kadar ileri safhada ki, çok kısa bir süre içinde akmaz olsa belki de çıkacak savaşlar yüzünden insanlık yok olabilir. O yüzden yavaş yavaş bırakmak lazım ama şu an için net bir alternatifi de yok. 1800’lerden beri çıkan ve devam eden savaşların çoğu da enerji kaynaklı. Bu konuda tarihsel bilgi kazanmak için enerji bağımsızlığı hakkında oluşturduğu raporu Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e sunmadan önce son derece sağlıklı bir şekilde girdiği otelde gizemli bir şekilde 1973 yılında vefat eden vatansever gazeteci Raif Karadağ’ın Petrol Fırtınası adlı kitabının okunması yeterli. Günümüzde yaşananları 50 sene önce öngörmüş ve devletin stratejik politikasını oluşturması için çaba göstermiş Uğur Mumcu öncülü bu yazar bugün yaşasaydı acaba uzak gelecek için ne gibi tahminlerde bulunabilirdi?
Gördüğümüz her şey petrolle ilintili
Etrafımıza baktığımızda gördüğümüz aşağı yukarı her şeyin petrolle bir ilişkisi var. Ya taşınmıştır ya da petrole dayalı bir üründür; plastik, sentetik herhangi bir şey veya üzerinde yürüdüğümüz asfalt yol gibi. Gıda konusunda da artık bağımsız değiliz, yediğimiz ekmeğin buğdayı Arjantin’den bir gemiyle, et Brezilya’dan hayvan gemisiyle gelmiş, yetersiz yerli mahsul de mazotla çalışan traktörle ekilip benzinle çalışan hasat aletiyle toplanmış olabilir. Ulaşım olmazsa ticaret olmaz ve medeniyet çöker, insanlık tarihi bugün düşünülemeyecek bir evreye girerse de muhtemelen yine bir teknolojik devrimle tekrar ileriye gider.
Günümüzün en önemli araştırma konularından biri; alternatif yakıtlar
Bugün işler o noktaya gelmeden, olabildiğince sakin ve bilinçli adımlarla o teknolojik devrime ulaşılmaya çalışılıyor, o yüzden alternatif yakıtlar konusu milyarlarca doların harcandığı en önemli araştırma konularından birisi. Karada konu elektrikle biraz daha çözülmüş durumda, esas odak noktası elektriğin nasıl üretileceği ve depolanacağı konularına yoğunlaştı; üretim için önemli rezervleri ülkemizde olan toryum kaynaklı olanlar dahil yeni nesil nükleer enerji ve depolama için de hidrojen en olası ihtimaller.
Hidrojen önemli bir alternatif
Hidrojen; yüksek kütlesel enerji yoğunluğu ve düşük çevresel etkisi ile çeşitli enerji kaynakları kullanımında enerji taşıyıcısı olarak önemli bir alternatif. H2O yani su, temel fen bilgisi derslerinden hatırlanabileceği gibi elektrik verilerek hidrojen ve oksijen olarak ayrılabiliyor, en basit yolu bu. Hidrojen sonra yakıp enerjiye dönüştürmek için saklanabiliyor, yani bir enerji taşıyıcısı oluyor petrol gibi. Hepsi aynı olsa da elde edilişte kullanılan kaynağına göre renk renk isimlendiriliyor: Eğer bu ayrıştırmanın kaynağı elektrik rüzgar, güneş, su gibi sürdürülebilir santrallerden elde edilmişse en değerlisi olan ‘yeşil hidrojen’ oluyor, kömürle çalışan termik santralden ‘siyah hidrojen’, doğalgaz ve metandan gri (eğer karbon yakalanırsa mavi), nükleer enerjiden elde edilirse de pembe hidrojen oluyor.
Metanol veya amonyak
Gemilere binlerce kilometre uzunluğunda kablo bağlanamayacağına göre bir şekilde bu enerjiyi gemiye taşıyıp tahrik sistemine aktarmak gerekli, aksi takdirde petrolün azalıp pahalandığı bir dünyada malları uzaklardan taşımak giderek ekonomik olmaz ve bittiği noktada da yelkenlere veya kömüre geri dönüşten başka fazla bir seçenek kalmaz. Bu yüzden hidrojenin doğrudan kullanımının yanı sıra hidrojenden üretilen metanol ve amonyak gibi kimyasalların yakıt olarak kullanım potansiyeli de enerji taşıyıcı olarak özellikle denizcilik için depolanması ve taşınması daha kolay olduğundan son zamanlarda ön plana çıkıyor, ancak henüz bu konudaki teknoloji tam olarak geliştirilebilmiş değil halen emekleme evresinde. Amonyak gibi farklı yakıtların piyasaya potansiyel olarak girişi de normalde düşünülmeyecek gübre fabrikalarını da deniz yakıtları (bunker) tedarikçisi olarak hayatımıza sokuyor.
1 ton toryum 1 milyon varil petrole eşdeğer
Biraz bilim kurgu gibi ama başka bir emekleme evresindeki teknoloji de toryum tuz eriyiği reaktörleri, 1 ton toryum 1 milyon varil petrole eşdeğer. Bu oldukça küçük atomik enerji santralleri tersane aşamasında bir yakıt ikmali ile büyük bir gemiyi hiç durmaksızın, azami hızda ve sıfır emisyonla 30 sene götürecek güce sahip, üstelik limandayken elektrik üretip karaya satma imkanı da var. Yeni inşa maliyeti çok daha fazla olmakla beraber geminin 25-30 yıllık kullanım ömrü boyunca birim maliyetlerin şu an hakim olan çok düşük sülfürlü fueloil (VLSFO) fiyatının altında olması hesaplanıyor, toplamda geminin ekonomik ömründe ortalama 200 milyon dolar avantaj sağlaması değerlendiriliyor. Bu gemiler hayal değil, şu an askeri gemiler olarak ABD’de gelişim ve üretim aşamasında, 2028-2030 arasında ilk uygulamanın dünya okyanuslarında olması bekleniyor.
Atomik güç enerji bağımsızlığının anahtarı
Eğer bu teknoloji ileride cevap olursa, bugünkü anlamda yakıt ikmal (bunker) sektörü yok olur çünkü bir defa atomik pil takılan bir gemi hayatı boyunca bir daha yakıta ihtiyaç duymaz, yakıt ikmal noktası diye bir kavram kalmaz ve yakıt almak için hiç zaman harcanmaz. Dünyada daha az sayıda gemi yeterli olur çünkü yakıt tasarrufu için bugün düşük hızlarda seyreden gemiler hep mümkün olan en yüksek hızda giderek aynı mesafeleri daha kısa sürede kat edebilirler, yakıt deposuna ve büyük güç ünitelerine de ihtiyaç kalmayacağı için daha fazla yük taşıma alanı da olur. Mümkün mü, evet. Büyük klas birlikleri de aynı fikirde, evet olabilir ve atomik güç ileride denizciliğin enerji bağımsızlığının anahtarı olabilir. Bugünkünden çok daha farklı dinamiklere sahip bir denizcilik dünyası çok daha farklı teknik ve ekonomik şartları beraberinde getirebilir.
Esas değişim oluncaya kadar ara çözüm biyo-yakıt ve LNG
Esas değişim oluncaya kadar ‘ara çözümler’ biyo-yakıt ve sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) ekseninde devam popülerlik kazanıyor. LNG de bir fosil yakıt olmakla beraber rezervleri daha fazla ve tabii ki daha çevreci ama nihai bir çözüm değilse de teknik olarak oturmuş ve giderek büyüyen bir ikmal ağı var. Biyodizel genel olarak kolza, ayçiçeği, palm gibi çoğu gıdanın üzerinde yazan ‘nebati yağ- bitkisel yağ’, bunları işlemden geçirerek (hatta geçirmeden) mazot olarak kullanmak zaten çok zamandır bilinen ve uygulanan bir şey. Ancak önemli olan nokta etik olması ve sürdürülebilirliği, eğer beslenme zinciri ile rekabet halinde olursa veya doğada tahribata sebep olursa tabii ki bir alternatif yakıt olmaktan çıkıyor; petrol azalır da gemiler dahil taşıtlar için yakıt üretmek için yağlı bitkiler diker ve ziraati bir petrol alternatifi olarak görürsek bu sefer insanlık açlıkla veya en azından korkunç gıda fiyatlarıyla mücadele etmek durumunda kalır. O yüzden artık birincil yani yeni bio-yağlar yakıt olarak makbul değil, kullanılmış olması gerekiyor. Atık yağlar toplanıp tekrar rafine edilip sürdürülebilirlik sertifikalı olarak deniz yakıtı olarak satılıyor. Bu hem atık yağların çevreyi kirletmesine engel hem de hava kirliliği için ideal bir çözüm. Şu anda atık kızartma yağından yapılan yakıt talep patlaması yüzünden taze yağdan daha pahalı, o yüzden zaten hamburger zincirlerinde patates kızartmaları daha beyaz çünkü bazı durumlarda halka bedava patates kızartması dağıtılsa kullanılmış yağ elde etmek için daha karlı bir iş, çünkü atık yağ bulmak, toplamak zor, bunları milyon tonlarla ifade etmek daha da zor. Özellikle ülkemizi de etkileyecek olan Akdeniz emisyon kontrol bölgesinin 2025’de yürürlüğe girmesiyle beraber biyo ürünlere daha da fazla talep olacağı bekleniyor, o yüzden Türkiye’den de bunker firmaları bu yakıtı ikmal etme çalışmalarına şimdiden başladılar.
Hangi alternatif yakıta bakarsak bakalım konu esasında petrolün tükenişi ve yerine ekonomik olarak dünyayı sarsmayacak, teknolojik olarak kolay uyumlu ve bol miktarda bulunacak bir çözüm bulmak. Denizcilik bütün enerji sorununda küçük ama önemli bir halka çünkü gemiler olmazsa şu an alıştığımız eşyalara, gıdalara, konfora erişmemiz mümkün değil.
Enerji açığı çok popüler olan cari açıktan daha önemli
Ülke olarak doğru enerji çözümünü yerli ve milli olarak gerçekleştirmemiz denizde, karada, havada Türkiye’yi daha refah içinde yaşatacak en önemli fakat çoğunlukla göz önünde olmayan bir unsur. Artan enerji ihtiyacına karşılık enerji üretiminin aynı oranda artırılamaması, enerji açığı gibi önemli bir sorunu oluşturuyor ve 2023 yılında 69.1 milyar dolar enerji ithalatına harcandığından korkunç bir dış alım kalemi. Ekonomik anlamda enerji açığı çok popüler olan cari açıktan çok daha önemli bir kavram çünkü mevcut enerji arzının enerji talebini karşılayamadığı durum olarak tanımlanan enerji açığı; büyüme ve kalkınma sürecinde, aşılması gereken önemli bir engel ve ekonomilerin istikrarlı ve sürdürülebilir büyümeyi yakalayabilmeleri öncelikle enerji kaynaklarının en azından dengede olmasına bağlıdır. Ülkedeki talebi karşılamakta yetersiz olan enerji bağımlısı ülkeler büyüme konusunda ciddi kısıtlardan birini yaşarlar ve dolayısı ile cari açık çok zor kapanabilir. T.C Merkez Bankası verilerine bakarsak en temelde enerji dış ticaret açığı 2021’deki 42,4 milyar dolar seviyesinden 2022 yılında 81,1 milyar dolara çıkarak tarihi yüksek seviyeye ulaşmış, bu para ile her sene yapılabilecek yüzlerce ‘mega projeler’ ile Türkiye gerçekten farklı bir noktaya gelebilir.
Türkiye’nin enerjide tam bağımsız olması bir mecburiyettir
Enerji açığındaki söz konusu yükseliş, enerji ihracatındaki belirgin artışa karşın enerji ithalatının neredeyse iki katına çıkması sonucu gerçekleşmiştir. Sürdürülebilir bir üretim için Türkiye’nin enerjide de tam bağımsızlığını kazanması bir mecburiyettir. Rakamlarla da görüldüğü üzere enerji bağımlılığı bir varlık sorunudur. Yeterli kaloriyi alamayan bir insan nasıl halsiz kalır ve bir şey yapamazsa yeterli enerjiye sahip olmayan bir sanayi de üretim yapabilme, enerjisi olmayan gemi de taşıma yetisinden yoksun kalır ve üretemeyen, ulaştıramayan bir toplum her türlü açığa ve açlığa mahkum.
Zengin toryum rezervlerimizle dünyanın enerji problemini çözebiliriz
Bilim enerji bağımsızlığı yolunda önemli bir yol ve yeni enerji kaynakları geliştirmek için her yıl milyar dolarlar harcanıyor ve bunun işe yarayıp yaramayacağı bile meçhul. Örneğin İngiltere Nottingham’da STEP adında füzyon nükleer enerji prototip tesisi kuruyor ve bunun için tahmin edilen 30 milyar dolar maliyeti gözden çıkarmış durumda sadece 2040 yılında buradan enerji üretmeyi ‘umut ederek’, ama her ne kadar ilk bakışta çok yüksek bir rakam gibi gözükse de başarıya ulaşırsa Türkiye’nin 6 aydan az bir sürelik enerji açığı fiyatına İngiltere çok önemli bir bağımsızlık hedefine kavuşacak. Fransa da benzer ITER Tokamak projesine yine benzer paralar harcıyor, ikisinin yıllar içindeki toplamı bizim bir yıllık enerji ithalatımız etmiyor, ABD tabii ki geri durmuyor ve o da 2030’larda füzyon teknolojisine sahip olma hedefinde. Yani 1800’lerin dünyayı kendi enerji emelleri üzerinden bölen ülkeleri bugün de sahnenin en önünde. Geçmişte dünya petrol rezervlerinin çoğu Osmanlı topraklarından çıktı, belki geleceğin yakıtı da topraklarımızdan çıkacak. Prof. Dr. Saleh Sultansoy’dan alıntılayarak bitirelim, işin özü: Türkiye’nin zengin toryum rezervlerine hızlandırıcı teknolojisini ekleyebilirsek ülkemizin (ve hatta dünyanın) enerji problemini çözebiliriz. Böylece, Şehit Profesör Engin Arık’ın rüyası gerçek olur. Türkiye yüzyılı insanlığın müjdesi olur, bu siyasetten bağımsız milli bir duruştur.