Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Sarı, Marmara, Ege, Akdeniz ve Karadeniz’de balık avcılığı için yeni bir rotanın belirlenmesi ve denizin hayatımıza olan etkisinin farkına varmamız gerektiğini kaydetti. Prof. Dr. Sarı, “Ne yazık ki denizi sihirbaz zannediyoruz. Denizin bir yaşayan sistem olduğunun farkında değiliz. Her seviyede her yaşta bu bilincin mutlaka geliştirilmesi gerekiyor. Biz nefes aldığımızda soluduğumuz havada oksijenin yarısının denizden geldiğinin farkında değiliz. Deniz yoksa yaşam da yok. Denize verdiğimiz her zarar, kendimize verdiğimiz zarardır. Oksijen kaynağımızı tüketiyoruz” dedi.

 

Balık miktarımızın azalmasındaki en önemli pay aşırı avcılık

 

2000’li yılların başında denizlerimizde 600 bin tona yakın bir avcılık vardı diyen Sarı, bu rakamın 2021 yılı itibarıyla 300 bin ton civarına gerilediğini söyledi. Sarı, “20 yıl içerisinde yarı yarıya azaldı. Bu azalmanın mutlaka çoklu nedenleri var. Bunların başında denizlerin kirlenmesi, yanlış kıyı kullanımı, yanlış avcılık, yanlış balıkçılık yönetim politikaları geliyor. Ve tabii ki iklim değişikliği dediğimiz büyük etkiyi de hesaba katmamız lazım. Bunların hepsinin mutlaka payı var ama biz burada iklim değişikliğini kontrol edemeyeceğimize göre kontrol edemediğimiz faktörlerden ziyade kontrol edebildiğimiz faktörleri değerlendirmek, düşünmek durumundayız. Mevcut etkilerin içerisinde aşırı veya yanlış avcılık en büyük paya sahip. Balıkçılık filomuz çok büyük. Yani Akdeniz havzasındaki en büyük balıkçılık filosu bize ait desek hiç abartmış olmayız. Bu kadar filoyla bizim denizlerimizdeki balık stokları üstünde yoğunlaştığımızda herhalde aşırı avcılık olmayacağını iddia etmek gibi gaflet olur. Yani pasta belli. Bu pastadan pay almak isteyenlerin güçleri, sayısı belli. O zaman pastanın yetmeyeceği de ortada. Dolayısıyla eğer bugün denizlerimizde avladığımız balık miktarı azalıyorsa bütün etkilere mutlaka göz atmamız, hepsini mutlaka dikkate almamız lazım. Ama en önemli payın burada aşırı avcılığa ait olduğunun altını çizelim” şeklinde konuştu. 

Balıkçılığı sadece denetimle yönetemeyiz

 

Aşırı avcılığın sadece denetimle veya takiple çözülemeyeceğini vurgulayan Sarı, “Denetim mevcut kaynakları yönetmenin bir sürü argümanlarından sadece bir tanesi. Balıkçılığı denetim olmadan yönetmekten bahsedemeyiz ama sadece denetimle yönetmeye kalkarsak yönetemediğimizi görürüz. Balıkçılık yönetiminde bir rota değişikliğine ihtiyacımız olduğunu görüyoruz. Geçmişe göre şu anda rakamlar yarı yarıya azaldıysa etkin bir balıkçılık yönetim politikası uyguladığımızı söyleyemeyiz. Eğer doğru balıkçılık yönetimi yapıyorsak her şeyi harika yapıyorsak 300 bin ton balığımız nereye gitti? Eğer doğru yapmıyorsak o zaman artık doğru yapmak için harekete geçmemiz gerekiyor” ifadelerini kullandı.

 

Denizlerimiz talan olmaya devam ediyor

 

İlkleri yapmaktan duyduğumuz heyecan çok fazla İlkleri yapmaktan duyduğumuz heyecan çok fazla

Balıkçılığı yönetmenin çok boyutlu bir iş olduğunu aktaran Sarı, “Sadece kaçak avcılığı denetlemek, sadece av yasakları için zaman belirlemek, alan belirlemek, av aracı belirlemek ne yazık ki yetmiyor. Keşke yetseydi. Yetmediği için biz şu anda bunları konuşuyor, bunları tartışıyor haldeyiz ve bunun bir şekilde önüne geçmemiz gerekiyor. Mevcut balıkçılık yönetim sistemini değiştirmemiz lazım. Şu anda yalnız bir değişimden bahsettiğimizde toplum olarak, ‘Genel müdürü değiştirelim, bakanı değiştirelim ve bürokratları değiştirelim’ diye düşünüyoruz. 2000 yılından bugüne kadar bunların hepsi defalarca değişti. Ama değişen bir şey yok. Balıklarımız azalmaya devam ediyor. Denizlerimiz talan olmaya devam ediyor. O zaman demek ki kişilerle ilgili değil, buradaki kastettiğimiz değişim bir zihniyet değişimi, bir perspektif değişimi. Eskiden beri balıkçılığı yönetmede kullandığımız klasik yaklaşımlar, denizde ne kadar balık var, peki hangi balık bizim ilgimizi çeken balık, yani ekonomik değeri yüksek balık? Bizim için hamsi, istavrit, palamut, lüfer, barbun, tekir, gibi balıklar. Bunların stoklarını tespit edeceğiz. Denizde şu kadar balık var diyeceğiz. O zaman bu balıklardan yıllık artış miktarı bu olur. Her yıl bu kadarını avlayacağız. Bu kadarını avladığımızda da sürdürülebilir balık olacak. Bu 1930’lardan itibaren dünyada kabul görmeye başlayan stok tahmini esaslı tekli bakış açısına sahip balıkçılık yönetimi yaklaşımı. Bu artık çalışmıyor. Gelişmiş ülkelerin hepsi bundan vazgeçti. Japonya 1990’lı yıllarda var vazgeçti. Amerika 2000 yılının başında vazgeçti Avrupa Birliği bu perspektifi 2002’de terk etti. Dünya balıkçılığında en önemli paya sahip ülkelerden Şili daha yakın zamanda 2012’de terk etti. Dolayısıyla bir değişim var. Deniz ekosistemini bir bütün olarak değerlendirmemiz lazım” dedi.

 

Balıkçılık yönetim politikasını tekrardan oluşturmalıyız

 

Balıkçılık, bu deniz ekosisteminin bütünlüğü içinde sadece bir unsur diyen Sarı, “Av yasağıyla, yer yasağıyla, alan yasağıyla balıkçılığı yönetemeyiz artık. Rotayı değiştireceğiz. Biz buna topluca ekosistem esaslı balıkçılık yönetimi diyoruz. Ekosistemin sağlıklı çalışmasını sağlayacak temin edecek balıkçılık yönetimi yaklaşımlarına ihtiyacımız var. Bunun için Amerika'yı yeniden keşfetmemize de gerek yok. Yani neyin, nasıl yapılacağını biliyoruz. Türkiye'nin bu konuda yetişmiş çok sayıda uzmanı var. Dünyada bu alanda yapılmış çok güzel örnekler var. Bunlardan yararlanarak Türkiye'nin balıkçılık yönetimi politikasını yeniden oluşturmamız lazım. Rotayı değiştirip düzeltmemiz lazım. Yoksa sürekli balıkçılarla Bürokrasi, balıkçılarla akademisyenler, balıkçılarla doğa severler birbirimizle çatışıyor oluruz. Yani çatışmakla bir yere varamıyoruz ki hep çalıştık zaten. Bundan kimsenin bir kazancı yok. Balıkçılar 1940’lı yıllarda Marmara Denizi'nde 40 kulaç derinliğinde ağlar kullanıyordu. Bugün 90 kulaç kullanıyor yasal olarak ama yasa dışı olarak 200 kulaç kullananlar da var. 40 kulaç ile balığı avlayabilen bir balıkçı maliyetini ikiye üçe katlamak pahasına neden derinliğini 90 kulaca çıkarır? Niye böyle bir şey yapsın? Çünkü artık balık kalmadı. Balık stoklarını tükettik. Balıkçının kârı azaldıkça faturayı denize kesiyor. Bugün okyanusta kullanılması yasaklanmış balık bulucu cihazları kullanıyor balıkçılar. Her birinin tanesinin fiyatı 5 buçuk milyon TL. 5 buçuk milyonluk bir balık bulucuyu bir balıkçı gemisi niye alır? Yani niye bu kadar yüksek bir maliyete katlanır? Çünkü balık kalmadı. Avcı, balığı bulacak, avlayacak borcunu öyle kapatacak. Teknelerimizin de gücü arttı, ağlar büyüdü. Yanlış sübvansiyonlar yaptık, yanlış destekler verdik. Böylece korkunç bir avcılık filosuna sahip olduk. Savaş gemisi gibi balıkçı gemilerimiz var. Bunlar olsun, yani Türkiye büyük bir ülke. Balıkçılık filomuz güçlensin ama bu savaş gemisi gibi balıkçı filosunun yeri Marmara Denizi değil. Bunun yeri açık denizler, okyanuslar, balıkçımızı oraya yönlendirelim. Böyle politikalar geliştirelim. Balıkçımızı teşvik edeceksek böyle teşvik edelim. Bir açmaza doğru gidiyoruz. Her yıl avladığımız balık miktarı azalıyor. Balıkçı sürekli daha çok istiyor. Çünkü balık azaldıkça masraflarını çıkaramıyor. Bir taraftan girdi maliyetleri çok yükseldi. Mesela mazot 3 katına çıktı geçen yıla göre. İşçi maliyetleri, sigorta maliyetleri her şey arttı. Balıkçı masrafını çıkarmak için daha çok balık avlamaya ihtiyaç duyuyor. Ama denizde balık azaldı. O zaman geçmişte ava kapalı bölgelerin açılmasını talep ediyor. Daha kıyıya yakın alanlarda avcılık yapmak istiyor. Avcılık sezonunu genişletmek istiyor. Maliyetlerinin artmasını gerekçe gösteriyor. Bunu yaparken de tabii ki bütün dünyada olduğu gibi politikacıları kullanıyor. Bir şekilde taleplerini gerçekleştirmek istiyor. Bu artık bir açmaz, buradan çıkmamız lazım” şeklinde konuştu.

Ruhsat verme durduysa balıkçı gemisi yapan tersaneler nasıl yok satıyor?

 

Balık sağlıklı ve dengeli bir besindir diyen Sarı “İnsanların sağlıklı besini talep etmesinden daha doğal bir şey olamaz. Balıkçılık kaynaklarımızı, deniz kaynaklarımızı sürdürülebilirlik ilkelerine göre kullanmamız lazım. Yani bir taraftan tavşana kaç bir taraftan tazıya tut dediğimizde işte bugünkü hale geliyoruz. Balıkçılık kaynakları sonsuz değil. 2002 yılından itibaren ruhsatlandırılma durduruldu ama bütün balıkçı gemisi yapan tersaneler yok satıyor. Bugün gidip bir tersaneye bana bir gemi yap deseniz size 1,5- 2 yıl sonraya gün veriyor. Peki ruhsat verme durdurulduğuna göre bu tersanelerdeki gemiler nasıl yapılıyor, kim için yapılıyor, neye göre yapılıyor? Bunun üstünde ciddi şekilde kafa yormamız lazım. Buralarda hep boşluklar, açıklar var. Yoldan geçen biri gidip balıkçılık yapamıyor ama bir taraftan da ruhsat vermeyi durduğumuz halde sürekli artan bir filo var. Filonun sayısı artmasa bile gücü artıyor. Avcılık gücünü arttırmaya devam ediyoruz. Bizim şimdi toplamda 16 bin civarında balıkçı gemimiz var. Bu 16 bin civarındaki balıkçı gemimiz den sadece 600-700 tanesi çok büyük gemi. Bu gemiler toplam avın yüzde 90’ını gerçekleştiriyor. Geriye kalan yüzde 90’dan fazla balıkçı gemisi ise mevcut avdan sadece yüzde 10 pay alıyor. Acaba burada bir terslik yok mu? Peki o zaman ne oluyor? Balıkçılık yönetiminin kararlarını bu büyük gemi sahipleri daha çok etkiliyorlar. Çünkü bunlar güçlüler. Politik olarak güçlüler, parasal olarak güçlüler, toplumsal olarak güçlüler ve bu güçlerini balıkçılık yönetim politikalarının oluşturulmasına yansıtıyorlar. Bizim dengeli bir dağılıma, dağıtıma ihtiyacımız var. Yani artık rotayı değiştirmemiz lazım. Örneğin Ankara'dan tren çıkmış yola hedef İstanbul ama şu anda tren İzmir istikametinde ilerliyor. Ben sürekli trenin vagonlarının içini değiştiriyorum, düzenliyorum, sürücüyü değiştiriyorum. Vagonların konumları aynı kalmak koşuluyla birini restoran yapıyorum, öbürünü yataklı yapıyorum ve sürekli aynı rotada giden trenin içinde uğraşıyorum. Sonra diyorum ki ama ben bu kadar değişiklik yaptığım halde, çok çalıştığım halde niye ben hala İstanbul'a ulaşamadım? Yani tren zaten İstanbul’a gitmiyor. Rotayı İstanbul’a çevirmemiz lazım. Yani bizim balıkçılık yönetimi doğru politikalarlanı yönlendirmemiz lazım” ifadelerini kullandı.

 

Tek avcılık kararıyla dört farklı denizi yönetemeyiz

 

Balıkçılık yönetimini yapacak yeterli donanıma sahip hem bürokrasimiz hem akademik kadrolar var diyen Sarı, “Balıkçılık yönetimi ile uğraşan gayretli arkadaşlarımız var ama rotamız yanlış olduğu için gayretler boşa gidiyor. Bunun için nasıl ki pandemi zamanında bir bilim kurulu oluşturuldu ve bu bilim kurulunun yönlendirmesiyle pandemi süreci yönetildi. Nasıl ki, müsilaj oluştuğunda bir müsilaj bilim kurulu oluşturuldu, o bilim kurulunun önerileri doğrultusunda önlemler alınmaya çalışıldı, aynı şekilde balıkçılık için de artık acilen bir bilim kurulu oluşturulması lazım. Rotayı bu bilim kurulunun yapacağı çalışma doğrultusunda değiştirip yeni bir perspektifle balıkçıları da işin içine katarak ilerlememiz lazım. Balıkçıları dışlamayacağız. Balıkçılar bu sistemin bir parçası, balıkçılık çok zor ve zahmetli bir meslek. Denizlere biz çok zarar verdik. Denizleri restore etmemiz lazım. Deniz alanlarını korumamız lazım. Her denizde önemli ekolojik alanları tespit edip buraları deniz koruma alanı ilan etmemiz gerekiyor. Çok acil. Deniz koruma alanlarında çoğalan türler, oralarda sağlıklı şekilde işleyen ekosistem denizin geri kalanına da mutlaka hizmet sunacaktır, oradan yayılacaktır. Güvenlik nedeniyle 20 küsur yıldır İmralı Adası'nın çevresinde balık avcılığı yasak. Şimdi oraya daldığımız zaman ya da orada bilimsel amaçlı avcılık yaptığınız zaman diğer taraflardan çok farklı bir ekosistem olduğunu görüyoruz. Orada çoğalan balıklar şu anda bütün Marmara'yı besliyor. Marmara, Karadeniz, Ege ve Akdeniz için çok acil deniz koruma alanları oluşturmamız gerekiyor. Avcılık filosunu bir taraftan küçültmeliyiz. Bir taraftan da 4 tane denizimize ayrı ayrı uygulayacak şekilde yeni avcılık kuralları belirlememiz gerek. İklim değişiyor, denize bu kadar zarar verdik. Her şey bu kadar değişirken tek avcılık kararıyla, tek tarihle 4 farklı denizi yönetemeyiz. Marmara için mesela en basitinden belli bir boyun üstündeki balıkçı teknelerinin avcılığı kesinlikle ve kesinlikle durdurulmalı. Karadeniz için bunun ölçüsü ayrı, Ege için ayrı, Akdeniz için ayrı olmalı. Belli boyun üstündeki balıkçı gemilerimizi uluslararası anlaşmalar yaparak şu anda sınırlı sayıda yaptığımız Moritanya’daki balıkçılık gibi uluslararası sulara yönlendirmemiz lazım.

Bizim denizlerimizin sağlıklı olması Marmara ve boğazlara bağlı. Çünkü yoğun olarak avcılığını yaptığımız türlerin hepsi göçücü türler. Palamut, lüfer, uskumru, kolyoz… bunların hepsi göç eden türler. Karadeniz-Akdeniz arasında göç eden türler. O zaman eğer boğazları biz her türlü avcılığa kapatmazsak, yani boğazları açık tutmazsak bu balıkların göçünü engelleyeceğiz. Göçünü engellediğiniz zaman ya üremesini ya kışlamasını ya beslenmesini engellemiş olacağız. Stok kesintiye uğrayacak. Örneğin, palamut avcılığında bir sene harika av veriyor, ondan sonra 2 sene, 3 sene, 4 sene palamut yok. Sonra tekrar yüksek bir av veriyor. Biz bunu kendimize göre iklim parametreleriyle, başka birtakım gerekçelerle açıklıyoruz. Aslında bol av verdiği yılda öyle bir kontrolsüz avcılık yapıyoruz ki stok birkaç yılda ancak kendine gelebiliyor. Bütün diğer başka parametrelerin su sıcaklığının besinin üreme koşullarının payları var mutlaka ama ana pay burada aşırı avcılık. Bu sene avlıyoruz, stok birkaç yıl kendine gelemiyor, yeniden toparlayamıyor. Boğazdaki balıkçı düşünüyor ki bu göç balığı, ben avlamazsam gidecek, başkası avlayacak ve eğer ben yararlanmazsam başkasının yararlanmasının bir anlamı yok diye düşünüyor. Ekosistem bir bütün Karadeniz, Marmara, Ege, Akdeniz, deniz ekosistemini bu bütünlüğü dikkate alarak yönetmemiz lazım. Onun için de hem İstanbul Boğazı'nın hem Çanakkale Boğazı'nın sürekli olarak balık geçişlerine açık olması gerekiyor. Buraların her türlü avcılığa kapatılması gerekiyor. Hele hele endüstriyel avcılığın kesinlikle buralarda olmaması gerekiyor” dedi.

 

Bizim zihniyet değişimine ihtiyacımız var

 

Balıkçılık yönetimi otoritesi ne kadar güçlü olursa sorunların çözülmesi o kadar hızlanır ve kolaylaşır diyen Sarı, “Bu yönüyle balıkçılığın, denizciliğin tek elden yönetilmesi yönünde fikir beyan eden bunu savunan, yıllardır bunun için kendi ölçeğinde çapında mücadele eden insanlara hak vermemek elde değil. Mutlaka bu önemli ama yetmiyor. Bir dönem önce Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nın adında denizcilik de vardı. Değişen bir şey oldu mu? Değiştirelim bir tane denizcilik bakanlığı kuralım fakat kafayı değiştirmeyelim, sistemi değiştirmeyelim bütün sorunlarımız çözülür mü? Çözülmez. Sorunların çözülmesi yönünde niyet ortaya koyarsak ve bu esnada da güçlü bir balıkçılık yönetimi ya da denizcilik, su kaynakları yönetimi otoritesi olursa hele bu bir bakanlık olursa, evet o zaman daha hızlı bir şekilde sorunları çözebiliriz ama tek başına yeterli olmadığının altını çizelim. Bizim bir zihniyet değişimine, sistem değişimine ihtiyacımız var” şeklinde konuştu.

KAYNAK: 7DENİZ DERGİSİ