Çocuklara güzel bir gelecek bırakabilmek amacıyla Mehmet Kemerli’nin liderliğinde kurulan Türkiye’nin ve dünyanın kendi alanında en iyi firmalarından biri olan MEKE, Türk Bayrağını da gururla dünyada dalgalandırıyor. Deniz temizliğinde rekor sahibi olan firma, aynı zamanda bu sene 7. Kıta temasıyla gezegenimizin en can alıcı sorunlarından biri olan atık sorunun gündeme getiren 16. İstanbul Bienali’nin sponsoru. Türkiye’nin atık-alım konusunda çok sıkıntılı olduğunu söyleyen Kemerli, “Olmamız gerekenin çok çok çok gerisindeyiz. Aslında mevzuatımız var. Dünyanın pek çok ülkesindeki sıkıntı olan fiyat tarifemiz uygun” dedi.
Dünyadaki en iyi uygulamaları yapan firmalar arasında yer alıyorsunuz? Nasıl bir yol izliyorsunuz?
Bu vakadan vakaya fark ediyor. Mesela 1999’da yaşanan ve 2000-2003 yılları arasında temizliği yapılan Volganeft 248 tankeri sırasında karaya çok fazla petrol gelmişti. Kumla da çok fazla karışmıştı. Bizim o vakadaki temizliğimiz dünyadaki en düşük kirlenmemiş toprağın kirletilerek alınması anlamında bir rekordu. O döneme kadar ki toplama miktarı en düşük 1’e 13’tü. Biz bir birim kirleticiyi 9 birim kirlenmiş toprak olarak topladık. Bu en iyi uygulamalardan biriydi ve rekordu. Yaptığımız temizliği uzman firmalar takip eder. Doğru malzemeler kullanıp kullanmadığımızı, yine doğru müdahale yapıp yapmadığımıza bakarlar. Mesela bariyer atıyoruz denize, 1 birim bariyer atmamız gerekirken acaba 5 birim atıp gereksiz bir bariyer kirliliğine mi yol açıyoruz. O da toplandığı zaman eğer yüzde yüz kendi görevini görmediyse onu da bertaraf etmeye yolladığımızda bir o kadar gereksiz atık daha yaratmış oluyoruz. Dolayısıyla amacımız minimum atık yaratarak maksimum çevre temizliğini yapmak.
Bu anlamda dünyadaki ilk 10’a giriyoruz. Bildirilerimizde de bunlara yer veriyoruz. Hangi metotlar ile maksimum verim alınır. Bizim işimiz siyah-beyaz değil. Arada o kadar gri tonlar var ki. Hiçbir kirlilik birbirinin aynısı değil. Arka arkaya olan 5 kazanın 5’i de aynı kumsala gelse 5’ine de farklı teknikler uygulamak zorunda kalıyorsunuz. Çünkü deniz ve hava şartları değişiyor. Mevsimine göre o kumsalda yaşayanlar doğal yaşam veya insanlar değişiyor. Bunlara göre yeniden tedbirler alıp yeniden bakmanız lazım. Deniz temizleme metotlarıyla ilgili IMO, EMSA, İngiltere bildiriler yayınladı. Bizde devletlerin çeşitli kurumlarına bağlı birimlerle devamlı çalışarak bu tip dokümanlar üretiyor ve yayınlıyoruz. Hedef, kirlendikten sonra temizliğini nasıl yaparız değil, kirlenme olmadan nasıl tedbir alırızdır. Ayrıca oraya giden ekiplerin ne yapacağını öğrenmiş olmasını istiyoruz.
Marmara Denizi ve İstanbul kıyıları çok kirli. Deniz temizliği ile ilgili o kadar çok dernek ve STK var bir türlü çözüm bulunamıyor. Özellikle marinalardaki sintineleri denize boşaltmaları büyük kirliliğe yol açıyor. Bunun önlemini neden alamıyoruz?
Olayları mümkün olduğunca kaynağında çözerseniz denizlerde, caddelerde daha temiz olabilir. “İyilik bile olsa denize atma” diye önemli bir slogan vardı. Denize attığın her şey bambaşka şeylere sebep olabilir. Önemli olan denize atmamayı başarabilmek. Tabi bu hepimizle ilgili. Diğer taraftan denizleri besleyen dereler nehirlerin kaynakları üzerinde bir sürü sanayi tesisi var. Sanayi tesislerinden oraya girişler oluyor. Sadece marinanın içerisindeki değil. Zamanında İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile bir proje geliştirmiştik. Hedef Ahırkapı bekleme alanındaki gemilerden kaynaklanabilecek bir sintine akıntısı veya izinsiz yapılabilecek tamirlerden kaynaklı döküntü olursa, hemen tespiti ve müdahaleydi. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi uçaklarla yapıyor. Bugünün teknolojisinde dronlarla bunları tespit etmek mümkün. Dernekler, STK’lar bir kar gözetmeden bir şeyler yapıyorlar ama imkanları sınırlı. İçlerindeki insanlarla ve katabilecekleri zaman ve parayla sınırlı.
Türkiye atık-alım konusunda hangi aşamada?
Türkiye atık-alım konusunda çok geri. Olmamız gerekenin çok çok çok gerisindeyiz. Aslında mevzuatımız var. Dünyanın pek çok ülkesindeki sıkıntı olan fiyat tarifemiz uygun. Bunlar da çok büyük avantaj. Ancak başlangıçta MEKE’nin de içinde olduğu ve başlatıcısı olduğu projelerle beraber İBB şirketi İSTAÇ bu işe el atmış olmasaydı bugün İstanbul’da bu iş hakkıyla yapılamıyordu. İSTAÇ’ın bugün verdiği servis yeterli değil. Gemilerden sintinelerini, katı atıklarını alabiliyor ama yeterli değil. Çanakkale’de güzel bir tesis var. Ancak onunda yapabildikleri yeterli değil. Türkiye’nin genelinde kağıt üzerinde pek çok uygun atık alım tesisi var. Bunlardan kaç tanesi çalışıyor sorusuna cevap vermemek daha doğru. 300 tane kıyı tesisimiz gözüküyor 10 tane çalışan atık alım tesisimiz yok. EUROSHORE gelin. Orda ne konuşulduğunu bu işin boyutlarını görün. Bu işte de her iş gibi tabi ki para kazanılacak. Ancak mantıklı boyuta indirgemek lazım. Ki Türkiye’deki fiyat tarifesi kötü fiyat tarifesi değil. Bazen yanlış yorumlanabiliyor. Bunları aşmak lazım. Ve gemiler ile armatörlerin istediği servisi verebiliyor olmamız lazım. Bizim de gemilerimizi var küçüklü büyüklü ben armatör olarak baktığımız zaman eğer benim istediğim hizmeti vermeyen bir firma benden büyük para istiyorsa ben hem o firmaya hem de o sektöre küsüyorum. Dolayısıyla atık alım işinde olan firmaların sektöre küstürülmemeleri lazım. O yüzden de mantıklı bir şekilde bunun yapılabiliyor olması lazım.
Bazı limanlara atık alım zul gibi geliyor. Benim o kadar büyük operasyonum var o kadar işin içinde bu pis işi niye yapayım. Ama o pis işin hem onun operasyonun sürekliliğini sağladığı aslında bütün dünyadaki petrol, kuru yük, tanker gibi trafiğin sağlanması için olmazsa olmazı olduğunu görmeleri lazım. Kendileri yapmak zorunda değiller. Firmalara devredilir ve yapılır. Türkiye bu konuda göreceli şanslı bir ülke. Atığı bir yandan alıyorsunuz. Onu arıtıyorsunuz. Arıtamadığınız şeyleri bertaraf etmelisiniz. Türkiye’de o kadar çok çimento fabrikası var ki. Çimento fabrikaları sayesinde kıyı tesislerinde bertaraf edilemeyecek her tür atığın bertaraf edilebileceği noktalar var. Yine fiyatları belirlenirken bir sürü kriter var. Tesis ne istiyor özel şirketleri bile olsa bir şekilde bir dengeyi bulmak istiyorlar. Zarar etmeyelim. Bu denge içinde arıtmaya ve personele harcadığı paranın tamamını armatörden almak istiyor. Bunu biz ülkelerde nasıl karşılıyoruz. Aldığı atıkların geri dönüşüm ve atık tiplerine göre bunlar değişik şekilde ayrıştırılıp değişik endüstrilere ham madde olarak verilirse o tesis bilecek ki, topladığı atığı arıttıktan sonra yine elinde satılabilir bir ürün var. Ve o üründe bir paraya satılacak. Dolayısıyla daha çok atık almak için armatöre daha düşük fiyat verecek. Bu denge armatöründe faydasına olacak. Bu da domino etkisiyle gidecek. Bugün atık alım tesisleri için bu işe niyetlenen kişiler veya şu anda göremeyenler için de çok önemli bir fırsat var. IMO’nun 2020 için koyduğu kriterler. Bunların birinde sülfür sınırlamaları var. Kullandığı yatıkla belli sülfür kısıtı olan yerlere gelen gemiler o yakıtlarla devam edemeyecek. Limanlarda bulunan atık alım tesislerinin bu hizmeti makul fiyata yapması hem armatörlerin işini rahatlatması hem de kendilerinin de ekstra gelir kazanmalarını sağlayacak. O kadar çok imkan var ki. Bunları değerlendirmek lazım.
Diğer özel şirketlerdeki en büyük sıkıntı da bertaraf ayağı. Çünkü kanunlar sizin arıttığınız bütün ürünlerin sanayide yeniden kullanımına izin vermediğinden onların hepsi mecburen bertarafa gidiyor. Bakanlık da bunlar bertaraf edilebilsin diye bertaraf edebilecek kuruluşların lehine bertaraf fiyat tarifesi uyguluyor. Bu sefer atık alım firmalarında çok büyük bir maliyet birikimi oluyor. Onlarda o maliyeti armatörden almaya çabaladıkları için müşteri bulamıyorlar. Öylesine bir denge ki bu beraber çalışmadan bu iş olmaz. Armatörün atığı daha çok versin diye cesaretlendirilebilmesi lazım. Atık alım tesislerinin artması lazım. Bunun için de bu insanların para kazandıklarını görebilmeleri lazım. Türkiye çok güzel bir köprü ve bu iş olur. Türkiye’ye gelen malzemeler dünyanın her yerine rahatlıkla geçebiliyor. Türkiye limanlarının işini arttırmak lazım.
7. Kıtadan konuşalım biraz. Sizin sponsorluğunu üstlendiğiniz İstanbul Bienali’nin de temasını oluşturan devasa atık yığını sorunu ile karşı karşıyayız. Milyonlarca liranın akıtıldığı sorunun çözümü için neler yapılabilir? Ayrıca İstanbul Bienali’ni de
7. Kıta abartılarak insanların gözüne sokulmaya çabalanıyor. Ki insanlar görsün. Çünkü okyanuslara erişiminiz yoksa o plastik bütünlüğünün büyüklüğünün ne olduğunu, plastik diyoruz aslında bir çöp kıtası o. Ama yüzde 75-80’ninin plastiklerden oluştuğu öngörülüyor. Bunu görmeden inanamıyorsunuz. O yüzden de dünyada bir sürü dernek ve kurum kuruluş bunun için çalışmaya başladı. 16. İstanbul Bienali’nin de temasının 7. Kıta olması sürpriz değil. İstanbul Bienali birçok kez denize dönük temalar kullandı. Bence bu sene ki temada çok önemli. Biz de MEKE olarak Bienalin destekçileri arasında yer aldık. Çünkü bunun insanlara aktarılması gerektiğine inanıyoruz. Bilinci arttırmak kaynağında engellemektir. Derelerden nehirlerden bahsettik. O derelerdeki atıklar bir büyüğüne oradan da denizlere, okyanuslara geliyor. Türkiye kıyılarında tutabilirsek denizlerimize geçemeyecek. Oradan okyanuslara ulaşamayacak. Siz ne kadar kaynağında engelleyebilirseniz o kadar ucuz. Ne kadar onu engelleyemezseniz o kadar büyük paralar. Ve de çok verimli kullanılabilen paralar değil. Şu anda çok büyük bir operasyon yapıyorlar devasa büyük bariyerleri okyanusa atıyorlar. Ve okyanuslarda çöpler toplanacak. Belli sürelerde gemilerde gelecek ve o toplanan çöpleri alacak. Biz bunu İBB, MEKE, TURMEPA ve sponsorlarıın liderliğinde İstanbul’da yapmaya çalışıyoruz. Bize çok büyük paralara mal oluyor. Buradan okyanusa ulaştığında 2 bin katı 10 bin katı artıyor rakamlar. Bu rakamlarda dolaylı olarak hepimizin cebinden çıkıyor. Mesele para da değil. Plastik ve çöp kirliliği dünyanın kaynağı olan oksijenin en büyük deposu okyanusların üstünü kaplarsa dünya daha az oksijen üretir. Daha az oksijen küresel ısınmayı tetikler. Daha hızlı bir şekilde ısınıyor dünyamız. Bunun çok daha büyük etkileri olabilir. Çok küçük bir bilinç çok büyük bir fark yaratabiliyor. Bilinçleneceğiz. Okullarda çocuklarımıza anlatacağız. Devlet veya özel kuruluşlar mümkün olduğunca herkes bu konuda çalıştaylar yapmalı. Bu bir kimseye bırakılabilecek bir iş değil. Bunu anlayalım ve yapalım. O yüzden İstanbul Bienali gibi sanatsal organizasyonların bu tip temaları seçmesi çok değerli. Çok daha fazla insana ulaşabilme imkanı var. O insanlarla beraber herkes birine anlatsa, eksik bile olsa herkesin kulağına çalınması çok önemli.