Ama önce şöyle bir bırakın işlerinizi. Şu iktidar kavgasını da koyun kenara ve lütfedip cevap verin Allah aşkına, belirli bir zümreden oluşan bu topluluk seçimden sonra nasıl tekrar tek vücut olacak? Bu süreci, öyle bir edayla yürütüyorsunuz ki, sanki bu oda seçimi değil de genel seçim. Sizler siyasi liderlerimiz gibi vaatlerde bulunamaz, seçmen kitleniz 80 milyonluk Türkiye’ymiş gibi davranamazsınız. Gün gelecek bu seçim olacak... Peki, bu seçimden sonra nasıl olacakta Türk denizciliğinin yarınları için hiçbir şey olmamış gibi davranacaksınız?
Yanılıyorsam siz söyleyin, yarın öbür gün bu meclis toplantısında yönetim ister değişsin ister değişmesin yine sizler olmayacak mısınız? Bu meclis yine siz Türk denizciliğinin neferleri için bir araya gelmeyecek mi? Madem öyle neden Deniz Ticaret Odası’nın Eylül toplantısına şahit olduk. Perde arkasında neler oluyor da birbirinize karşı tahammülünüz sıfır noktasına kadar geldi? Neler oldu da birden bire tüm sorunlarınızı unuttunuz da varsa yoksa başkan kim olacak yarışına girdiniz? Nedir bu hırs? Ucunda ne var ki bunu ölüm kalım savaşı haline getirdiniz?
Esasen bu yazıya Sayın Başkanımız Metin Kalkavan’la başlamak istiyordum ama dayanamadım son sözlerimi en başa çektim. Lakin buradan yazmaya başlamamdaki etken de yine başkanımızdır. “İlk defa Deniz Ticaret Odası’nda içeriden bir başkan devrilmeye çalışıyor. Bir başkan seçimde kaybedebilir ama gerçekten devrilmesi bu odanın tahammüllerine aykırı” diyerek başladığı konuşmasında Metin Bey seçim sürecini birkaç noktada eleştirdi. Kendisine katılırsınız katılmazsınız bilemiyorum ama eğer Metin Bey’in “Başkanı Devirmek” söylemi cidden birileri tarafından dile getirilmişse Başkan haklı Beyler! Çünkü buradaki devirmek cümlesi siyasette “ele geçirmek” eylemini de beraberinde taşır. Ancak bu söylem yapılmamışsa o zaman elbette birileri çıkıp, demokrasinin vermiş olduğu hakkı da kullanıp aday olabilir, farklı görüşlere sahip olabilir. Bunlar çok doğal. O zaman burada gocunacak bir durum olduğunu hiç sanmıyorum. Diğer taraftan Metin Bey’in Recep Düzgit Bey ile olan kişisel diyalogları hakkında söylemde bulunmak haddime değil ancak, şu da bir gerçek ki, Metin Bey’in yerinde hangimiz olursak olalım az ya da çok bu duruma incinir, kırılır, şaşırır ve hayal kırıklığına uğrarız. Ama bu demek değil ki Recep Düzgit Bey’in yaptığı yanlıştır. O da özgür iradesiyle istediği safta yer alabilir. Kısaca bu eleştirilecek bir durum kesinlikle değil!
Neyse gelelim Başkan Metin Kalkavan’a sormak istediğimiz sorulara?
Sayın Kalkavan’ın Marine Deal’e verdiği röportajın ana başlığı “Şövalye ruhuyla mücadele etmek istiyorum, pusu ruhuyla değil”dir. Kalkavan, kendisine pusu kurulduğunu mu düşünüyor?
Yine bu röportajda “O dönem biz sektör olarak seçimi kaybetseydik, sektörde neler olacaktı? Bugün kimlerin nerede olacağını ülkece hep beraber görüp yaşamadık mı” sözleriyle tam olarak ne demek istiyor? Bu sözler üstü kapalı da olsa esasen aleni şekilde FETÖ yapılanmasına dayanmaktadır. Ya ben yanlış anlıyorum, ya da Metin Bey, Salih Bey’in öncülüğündeki Değişim Grubu’na FETÖ’cü demek istiyor.
Ayrıca Sayın Kalkavan röportajının sonlarına doğru demiştir ki (bu vurgu röportajın içerisinde başka yerlerde de var)“Oda veya dernek hangi STK olursa, herkesin cemiyetlere bakışı aynı değildir. Oda hepimizin ortak değeridir. Sahip çıkmamız lazım, ancak bu zorlamayla da olmaz. Değişim derken her alanda değişimi uygulamaya koyacağız. Şu ana kadar yönetimin üzerinde vesayet vardı değil mi? Artık kırıldı, şimdi olması gereken olacak…” Başkanımızın bahsettiği odadaki vesayet dönemi hangi aralıklardadır? Madem oda içerisinde böyle bir durum söz konusuydu neden gündeme çok daha evvelden taşınmamıştır? Yönetimin üzerindeki vesayetin kalkma sürecini “Şu ana kadar” diyerek belirtmiştir. Şu andan kastı başkanlık koltuğunda oturduğu 14 yıllık süreç midir? Yoksa Oda üzerindeki vesayet Cengiz Kaptanoğlu mu, Şadan Kaptanoğlu mu, Tamer Kıran mıdır?
Sayın Kalkavan’ın mottosu “Değişim. Uyanış. Kurtuluş” Değişimi anlamakla birlikte uyanış ve kurtuluşu çok üstü kapalı bulmaktayız. Uyanıştan ve kurtuluştan kastı tam olarak nedir?
Diğer taraftan Sayın Başkanın Piri Reis Üniversitesi hususundaki hassasiyetini bilmekle ve kendisine hak vermekle beraber sormak isteriz, bu üniversite daha ne kadar süre DTO desteğine ihtiyaç duymaktadır? Sakın yanlış anlaşılmasın elbette DTO her zaman arkasında olacaktır lakin tek desteğini buraya verecekse bu proje ne kadar başarılı olmuştur? Farklı bir ifadeyle artık Piri Reis Üniversitesi’nin DTO’nun desteğine minimum ihtiyacı olması gerekemez mi? Ki ancak böyle olursa DTO, denizcilik için yeni projeler üstlenebilecek hale gelecektir diye düşünmekteyiz.
Henüz kendi icraatlarını dile getirmemiş olmasını anlıyoruz. Esasen Oda’nın onun başkanlığı süresince yaptıkları ortadadır. Lakin değerlendirmeye ve eleştiriye açık olabilmesi için bunların konuşulma zamanı çoktan gelmiş geçmiştir bile diye düşünüyoruz.
Sayın Kalkavan’ın röportajındaki FETÖ vurgulamaları ile Sayın Ali Deniz Eraydın’ın Eylül toplantısındaki konuşmaları aynı kulvarda yer almaktadır. Şunu diyebilir miyiz Metin Bey röportajında üstü kapalı ifade ederken Ali Deniz Eraydın bunu bangır bangır söylemiştir?
Metin Bey hala daha Deniz Ticaret Odası’nın Başkanıdır. Eylül ayı toplantısını şöyle bir düşünüp değerlendirdiğinde bu meclisin bu hale nasıl geldiğini düşünmektedir? (Esasen bu soru tüm taraflara sorulmalıdır. Lakin Başkan olarak Metin Bey’in cevapları çok önemlidir)
Kendisinin bu konudaki tecrübesi ve deneyimine dayanarak sormak isteriz Hepimizin Odası Hareketi’nin destekçilerine yapılan şahsi veya üstü kapalı ithamlar bir kenara bırakılırsa, bu gurubun DTO’yu neden yönetemeyeceğini düşünüyor?
Önümüzde daha yapılacak basın açıklamaları, yayınlanacak röportajlar, düzenlenecek toplantılar var. Konunun daha gündemimizde kalacağı aşikar. Neyse ben son olarak aklıma gelen bir anekdotu yazmak istiyorum size… Cinasla ilgili, hem de en kallavisinden… Hadi başlayalım… Zamanın iki büyük düşünürü Şair Fuzuli ve Ruhi padişahın sarayında bir davete gitmişler. Eften püften sebeplerle kopmayacak dostlukların adamı olan bu ikili arkadaş sarayın muhteşem bahçesinde dolaşırlarken Ruhi’nin aklına bir muziplik gelmiş:
Ruhi: “Ya Fuzuli dostum şu cennet gibi bahçenin şu güzel çiçeklerinin içinde şu göz alıcı işlemeli duvarların dibindeki o uyuz iti görüyor musun?”
Fuzuli: “Görüyorum ya Ruhi!”
Ruhi: “İşte o it buraya fuzuli!!!”
Fuzuli bir an düşündükten sonra, “Doğru söylersin ya Ruhi… Sıkacaksın şu itin boğazını çıkaracaksın içinden ruhi!”
Hadi kalın selametle!
İbrahim Kocamış - 7DENİZ