Buyurunuz okuyunuz; Tarih dergisinden Deniz Kaynak’ın aktardığına göre, Osmanlı zamanı İstanbul’da ilk çöp toplama sistemini Fatih Sultan Mehmet kurdurdu. Sonraları atıklar, çöp subaşılarının sorumluluğuna verildi. Acemi oğlanlar veya “çöp çıkaranlar” çöpleri subaşı gözetiminde arabalara ya da sırtlarında taşıdıkları küfelere doldurur; toplanan çöpler eşelenip, işe yarayanlar paylaştırıldıktan sonra gerisi denize dökülürdü. İstanbul'da çöp ve molozların Marmara'ya döküldüğü noktalardan ikisi, Langa ve Odunkapı civarıydı. Ancak o dönemlerde atıklar daha çok organik olduğu için doğaya karışabiliyor, önemli bir çevre felaketi yaşanmıyordu. Bu iş için Kumkapı, Yenikapı ve Samatya gibi özel noktalar seçilse de rastgele çöp boşaltımının önüne geçilemediği dönemler de vardı. Örneğin 1764’te kayıkçılar kethüdası, denizdeki çöpler nedeniyle kayıkların pislik içinde yüzdüğünü, yolcu indirip bindiremediklerini kadıya şikayet etmişti. 19. yüzyılda ise artan nüfusla birlikte İstanbul'un küçük dereleri kirlenmeye, bazıları bataklığa dönüşmeye başladı. Kasımpaşa, Tatavla, Yenibahçe dereleri adeta açık birer lağıma dönmüştü. Ahırkapı ve Kız Kulesi açıklarından Marmara'ya bırakılan çöplerin sahile vurması; kolera, tifo gibi salgın tehditlerini de artırıyordu. Bu yüzden 19. yüzyıl sonundaki salgın önlemleri arasında çöplerin daha açığa bırakılmasına da karar verilmişti. 1953 yılına kadar kentin çöpleri mavnalara yüklenip denize döküldü “Deniz götürür” lâfı ilerleyen yıllarda değerini kaybetmiş ve sahillere yığılan çöplerin yarattığı rezalet halkın isyanına neden olmuştur. Böylece çöplerin denize dökülmesine ancak 1953’te son verilmiş ve Ümraniye, Habipler, Kemerburgaz’da oluşturulmaya başlanan çöp alanları kullanılmaya başlanmıştır.
1953 yılına kadar Haliç’te, İstanbul Boğazı’nda muhtelif sahil noktalarında Çöp İskeleleri vardı. Bunlar çoğunlukla Odun İskeleleri yanında olurdu veya bizzat Odun İskeleleri Çöp İskelesi olarak kullanılmıştır. Günümüzde Çırağan Caddesi, Asariye Caddesi yokuşu ve Münzevi Caddesi yokuşu arasında kalan Beşiktaş Kaymakamlığı ile Beşiktaş Tüketici Sorunları İlçe Hakem Heyeti Başkanlığı arasındaki sokak “Çöp İskelesi Sokak” adını taşımaktadır.
Akademisyenler yazmışlardır ki; O zamanlar Halk ev ve dükkânlarının önünü süpürmek ve çıkan çöpleri denize dökmek veya döktürmek zorunda idi. Bu işin zorluğu karşısında, "Çöp Çıkaran" denilen ve para karşılığı çalışanlar türemişti. Ayrıca büyük meydanların temizlenmesinde Yeniçeri Ağaları, İslâm olmayanları angarya yoluyla çalıştırırlardı. Çöplerin en güveli şekilde mahalle aralarından uzaklaştırılması için ahşap sandıkları olan eşek arabaları ile çöpçülük uzun yıllar devam etmiştir. Çöpçüler arabaları dolduğunda en yakın sahildeki çöp iskelesine gider çöpü burada Çöp Mavnalarına boca ederlerdi.
Çöpleri denize boca etmek için Belediye her sene “Çöpleri Denize Dökecek Müteahhitler” için ihale açardı. İhaleye girenlerin römorkörü ve mavnaları olurdu ve bu imkanları olan müteahhitler ihaleye girebilirdi.
1990’lı yıllara kadar çöp toplamak konusu devasa çöp alanları oluşturmak olarak kalmıştır. Kent bu yıllarda hızla genişliyor, çöp alanları yakınlarında meskun mahaller oluşuyordu. İlk büyük kriz böyle patlak vermiştir.
Çöp müteahhidi armatörler
Devlet tekelinin uygulanmadığı römorkör armatörlüğü ve işletmeciliği alanında, hususi şahısların sahip olduğu römorkörlerden biri olan Ayakapı römorkörü zamanla çöp mavnaları yedeklemesinde kullanılmıştır. Bu römorkörün Tophane önlerinde bir vapurun çarpması sonucu battığı ve 18 Kasım 1935 günü yeniden yüzdürüldüğü kayıtlıdır.
Eminönü’ndeki Çöp İskelesi, 1958 tarihinde ortadan kalkmasından sonra Balaban iskelesi ismini almıştır. Bu çöp iskelesi, Yeni Cami’nin deniz tarafına acılan kapısı karşısındaki sahilde idi. Sağ tarafında sıra ile dükkanlar ve sol tarafında ise Sultan Hanı vardı. Çöp müteahhidine ait mavnalardan biri diğer çöp iskelelerinde olduğu gibi, iskelede doluncaya kadar bu iskelede bağlı dururdu.
Bokluk İskelesi
1998 yılında Ayşen Gür Hürriyet Gazetesi'ndeki yazısının başlığı “Bokluk İskelesi” idi. Şöyle devam etmiştir; “Yanlışlıkla ‘Bolluk’ yerine ‘Bokluk’ yazdığımı sanmayın. Üzerinde düşünülmüş, bilinçli bir başlık bu. Hatta delilleri de var.
İstanbul hayranı bir bilginin, Wolfgang Müller-Wiener'in 1991'de ölmeden önce bitirdiği, Türkçesi Tarih Vakfı tarafından yeni yayınlanan ‘‘Bizans'tan Osmanlı'ya İstanbul Limanı’’ adlı son kitabında keşfettim Bokluk İskelesi'ni. Bokluk İskelesi, Haliç'teki 47 eski iskeleden biri. Bu iskelelerin arasında hepimizin bildiği Sirkeci ve Karaköy de coğrafi olarak Haliç'e ait olduğu düşünülen Kabataş da, Haliç'in iç kesimlerinde hâlâ işleyen küçük iskeleler de var. Bazıları ise bugün artık yok.
Kimi iskelelere buradan taşınan malların ya da civardaki üretim merkezlerinin adı konmuş. Limon İskelesi, Yemiş İskelesi, Odun İskelesi, Tüfekhane İskelesi, Balıkhane İskelesi...
Ya Bokluk İskelesi?
Unkapanı Köprüsü ile Galata Köprüsü arasında kalan bu iskele için yazar Müller-Wiener şöyle diyor: ‘‘İskele bir ara Bokluk İskelesi, daha sonra da Ayazmakapı İskelesi adıyla biliniyordu; ilk ad, buranın Haliç'e çöp dökülen yer olması yüzündendi ve yüzyıllarca dökülen çöplerin birikimini burada belirgin bir çıkıntı oluşturan kıyı çizgisinden anlamak mümkün...’’
Sonra ne oldu da adı değişti?
Elimde bir delil yok, hayal kuruyorum, ama herhalde bir büyüğümüzün dikkatini çekti iskele. Çok sinirlendi. ‘‘Bu ne gaflettir? Ele güne rezil oluyoruz! Değiştirin şunu!’’ diye buyurdu. Değiştirdiler. Tabii ismi… Buraya çöp dökülmeye devam edildi. Ama ismi temize çıkmıştı... Böyle bir hayal kurmamın tek geçerli sebebi, atalarımızdan bize kalmış bir huy: Kendimize karşı çok acımasız olabildiğimiz halde ele güne karşı rezil olmayı asla kabul etmeyiz.
Safraköy adında bir yer vardı bir zamanlar İstanbul'da. Yeni kurulduğu günlerde semtin çamuru öyle korkunçtu ki insanların bacaklarına, otomobillerin lastiklerine hakikaten safra gibi yapışırdı. Altyapısı yapılmadığı sürece de yapışmaya devam edecekti. Safraköy lafına dayanamadılar, semtin adını ‘‘Sefaköy’’ yaptılar! İsim safradan sefaya terfi etti ama, o korkunç çamurun sefası, insanların da cefası uzun yıllar devam etti...
Çöplerin sokaklardan toplanması için iki tekerlekli çöp arabaları yapılmıştı. Bunların çöp doldurulan kısmı ahşaptandı ve iki kapaklı idiler. Çoğunlukla eşekler ve atlar tarafından çekilirlerdi. Çöp arabalarının giremeyeceği kadar dar olan sokaklara atlık ve iyi yanında çöp küfesi olan çöpçüler görevlendirilmişlerdi. Çöpçüler küfeleri veya arabaları çöple dolunca doğruca çöp iskelesine giderlerdi.
Değerli akademisyenlerimiz yazmışlar ki; Balat mahallesi civarında Karabaş mahallesi kıyıda bulunmaktaydı ve Vapur İskelesi Sokak, Odun İskelesi Sokak gibi noktalardan başlıyordu. Bu semtte kayık iskeleleri ve çöp iskelesi de vardı. 1890’larda sürekli olarak taşan lağımlar, kapalı bir kanalizasyona dönüştürülerek iskeleden denize akıtılırdı. Bu mahallenin halkı çok fakirdi. Seyyar satıcılar, kayıkçılar, tulumbacılar bu yörede otururdu.
Bir zamanlar İstanbul’un en güzel güllerinin yetiştiği Hekimbaşı’nın da dahil olduğu Ümraniye çöplüğünün kapladığı alan, 22 Ocak 1960’ta 99 yıllığına İstanbul Belediye Meclisi’ne verilmişti. O zamanlar en yakın yerleşim 3,5 kilometre uzaklıktaydı. Ancak 1970’lerin ilk yıllarından itibaren Hekimbaşı gecekondu mahallesine döndü.
Sokak köşelerine işemek ve yerlere sümkürmek “Mubah mıydı?”
Mubah kelimesinin anlamı “Yapılmasında din yönünden herhangi bir sakınca bulunmayan.” demektir. 5 Haziran 1923 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’ndeki “Soruyoruz” başlıklı yazıda “Sokaklar tükürmek mubah mıdır?” diye sorulmaktadır.”
Verem gibi hastalıkların yayılmasına meydan vermek için sokaklara tükürmek de memnudur (Yasaktır) ve muayyen bir cezası vardır. Fakat tükürme alışkanlıklarını tamamıyla önleyecek kesin bir denetim mevzu olmadığından sokaklara tükürmek, duvar kenarlarına işemek mubah gibidir. Nitekim şehrimizin en işlek bir caddesi Köprüüstü’ndeki yaya kaldırımlarında bazı günler oluyor ki, bir tükürüğe ayağını bulaştırmamam için zikzaklarla yürümeye mecbur oluyor.”
İstanbul Belediyesi Başkanlığı 23 Ağustos 1934 tarihli gazetelere verdiği ilanda; “Şehir içinde sabahları toplanmakta olan çöpler birçok yerlerde halk tarafından akşamdan mağaza ve evlerin önlerine bırakıldığı cihetle bunlar dökülerek cadde ve sokakları bir mezbele haline getirmektedir.
Bu halin devamına mâni olmak üzere böyle kapları önüne bırakılacak çöplerin behemehal kaplı kaplarla bırakılması ve aksi hareketi görülenler hakkında zabıtai belediye talimatnamesinin tatbik edileceği cihetine gidileceği ilan olunur” denilmektedir. Bu yıllarda çöpler mahalle aralarında arsalara, metruk konakların bahçelerine dökülmekteydi ki, çöpler toplanamadığından başıboş köpeklerin sürülerle buralara toplanmalarına neden olmaktaydı. Çöplerin düzenli olarak denize dökülmesi amacıyla Belediye tarafından özellikle İstanbul Boğazı iki yakasındaki semtlerin sahillerine yeni çöp dökme iskeleleri yaptırılmaktaydı. Beşiktaş’taki çöp iskelesi yetersiz kaldığından Belediye 26 Ağustos 1934 tarihli gazetelerde yer alan bir haberle, Beşiktaş’taki çöp iskelesi zamanlarda çok harap bir hale gelmiştir. Belediye burada asrî bir iskele inşaatına karar vermiştir. Yapılacak iskelede asrî otomatik çöp dökme kovaları yapılacak, bu kovalar vasıtasıyla çöpler kendiliğinden çöp mavnalarına boşaltılacaktır.
Çöplerin denize dökülmesi işi ihaleye çıkartılırdı
İstanbul’da Haliç’te Cibali, Balat, Fener, Eyüp, Hasköy, Kasımpaşa gibi semt sahillerindeki çöp iskeleleri gibi, Boğaz’daki Beşiktaş, Arnavutköy, Kandilli, Beylerbeyi, Üsküdar ve Kadıköy’deki çöp iskelelerinde çöplerin mavnalara dökülmesi ardından römorkörlerle yedeklenerek Marmara açıklarında denize boşaltılması işi için her sene haziran ayında müzayede/ ihale açılırdı. Bu ihaleye çöp mavnası ve römorkör sahibi olanlar katılabilmekteydiler. Gazetelerde her sene belirli zamanlardan görülen çöp müzeye ilanlarına ait haberde şöyle denilmektedir; “İstanbul çöplerinin denize dökülmesi müzayede çıkarılmıştır İhale 8 Haziran’da yapılacaktır.”
Çöp mavnaları Sarayburnu önünde yedeklenirken
Mavnalardaki Çöp işçileri de ellerinde tırmıklarla çöpleri akıntının kuvvetli olduğu Sarayburnu hemen sonrasında denize boca etmeye başlarlardı. İhaleyi kazanan çöp müteahhidi armatörün en az 8 mavnası ve 3-4 römorkörü olması gerekiyordu ki, Haliç’ten ve Boğaz sahillerinden günde iki defa mavnaları yedekleyerek Marmara’ya kadar açılması mümkün olabilirdi. Fakat çöplerin tırmıklarla denize atılması saatler aldığından zamanla çöp müteahhidi armatörün uzaklara çöpleri dökmek yerine, yakın sahillere döktüğü halkın şikayetine neden olmuştur. Nitekim 1934 Mayıs ayı sonunda İstanbul Belediye Reisliği müteahhitte mukavelesine riayet etmesini ihtar ederek, vaziyet düzeltilmediği takdirde mukavelenin feshedileceği ihtarını göndermiştir. Haberlerde, İstanbul’daki çöp müteahhidinin mukavelesine riayet etmeyerek uzaklara atması gereken çöpleri, Yedikule ve Davutpaşa sahillerine döktüğü görülmüştür. Bu durum şehrin sıhhatini tehdit eder bir vaziyet meydana getirmiştir. Bu nedenledir ki İstanbul Belediyesi Reisliği müteahhitte çöpleri Marmara’nın ortasına dökmesi için ihtar göndermiştir. Çöplerin denize dökülmesi konusunda o yılların köşe yazarlarının yazılar yazdıkları da görülmüştür. Bunlardan biri 21 Haziran 1935 tarihli Cumhuriyet’teki “Hem Nalına Hem Mıhına” başlıklı köşesinde Yunus Nadi “Çöplerini ne yapacağını bilmeyen şehir” başlığıyla şöyle yazmaktadır; “Bir gazetede okudum: Çöplerin denize dökülmesinden vazgeçiliyormuş. Yalnız bunların nasıl yok edileceği henüz belli değilmiş. Belediye temizlik amelesi tarafından evlerden ve sokaklardan toplanan süprüntüler çöp arabaları ile deniz kenarlarına getirilir, oradan mavnalara boşaltılır. Bu mavnalar bir römorkörün (İstimbot yazılı) yedeğinde Kumkapı açıklarına götürülüp içindekiler orada denize dökülür. Bu işi para mukabilinde bir müteahhit yapar. Marmara’ya dökülen çöpler
akıntılarla şehrin kıyılarına dolar ve bilhassa lodos havalarda bu güxel sahilleri ağır bir koku, nefes alınmaz bir hale getirir. Şimdi Belediye, bayındırmağa (imar etme) başladığı Florya kıyılarına kokmuş süprüntülerin dolmaması için süprüntüleri denize döktürmemeye karar vermiş ama bunu yakarak yok etmek mi, yoksa gübre yapmak mı lazım geldiğini, bermutad (Her zaman olduğu üzere) tetkik ediyormuş ve tatbikatın sonunu beklemek lazım geliyormuş.” Çöplerin Belediye eliyle römorkörler tarafından yedeklenen mavnalarla Marmara’da denize dökülmesi sonu çöpler ve hayvan leşleri karaya sürüklenmiş ve halkın devamlı şikayetine neden olmuştur. 1936 yılında gazetelerde yer alan bir yazıda şöyle denilmektedir; “İstiyoruz- Çöp Mavnalarının yaptıkları Zararlar” Şimdiye kadar bu bahse birçok defalar temas ettik. Fakat şikayetimiz alakadarlarca dikkate alınamadı. Yine tekrar ediyoruz; Çöp mavnaları şehirden topladıkları çöpleri sahillere yakın yerlere döküyorlar. Lodoslu havalarda bu çöpler Akbıyık sahilinde tâ Yeşilköy Feneri’ne kadar yayılmakta, dayanılmaz fena bir koku ile sahildeki evlerde oturanları rahatsız etmektedir. Hele Poyraz havalarda bu çöpler arasında bulunan bazı leşler sahillere vurmakta, güneş altında kuruyarak kokmaya başlamaktadırlar. Bu civar sahillerindeki evlerde oturanlar arasında bu leşlere konan sinekler yüzünden salgın bir hastalık çıkmasının yüzde yüz ihtimali bulunduğunu da hesaba katmak lazım.”
Batrik Kiryazis’e ait iken 1939 yılında İbrahim tarafından satın alınmış ve Şaban Kaptan idaresindeki Andon isimli çöp römorkörü iki çöp mavnasını yedeklerken suyun akıntısına kapılmış ve mavnayı bir şamandıraya çarptırarak parçalanmasına sebep olmuş ve mavna batmıştır.
İstanbul Belediye Reisliği de ihtiyaç nedeniyle çöp mavnaları yaptırmış ve römorkör kiralayarak 1950 gibi yıllara kadar bizzat Belediye olarak Marmara’ya denize çöp dökmüştür. 1939 yılında Yenkapı açıklarında Belediyenin çöp mavnasında denize çöp dökmekte olan Recep adlı bir amele, bir mavnadan diğerine atlarken denize düşüş ve boğulmuştur. Amele Recep’in cesedi bulunamamıştır. Çöplerin römorkör yedeğindeki mavnalarla denize dökülmesi 1953 yılına kadar devam etmiştir. Tepkiler giderek artması nedeniyle çöp imhası ayrı bir çalışma konusu haline gelmiş ve çöp mavnaları ile bu mavnaları yedekleyen römorkörler ve sahipleri tamamıyla kaybolmuşlardır.
Osman Öndeş (Araştırma Makalesi)